Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Susurlukçusu, Ergenekoncusu hep birlikte yemekteyiz!

İnsan Türkiye’nin en çok okunan yazarı olunca “bir rüya gördüm” diye yazsa bile ilgi çekiyor.
Ahmet Hakan’dan söz ediyorum. Hani şu kendi fırıldaklığını unutanların “dönek” deyip yine de okumaktan vazgeçemediği yazardan. Kimseyi umursamadan kendi serüveninin peşini bırakmayan, Kızılderili olsa “özgür ruh” adını alacağından emin olduğum Ahmet Hakan’dan söz ediyorum.
Ergenekon’la ilgili gördüğü rüyayı imrenerek okuyunca arayıp kutlamayı düşündüm. Aramadım. Arasaydım ne diyeceği belliydi. Tüm mütevazılığıyla ve geçmişinden miras kalan huşu içinde derdi ki “Nazar etme ne olur, rüyaya yat senin de olur.”
Öyle dediğini varsayıp, o kalp ve zihin gücüyle uyuyunca da kendimi abuk bir rüyanın içinde buluverdim.
Üç beş kişi bir yemek masasının etrafındayız, tam da “Yemekteyiz” programı kıvamındayız.
Gözüm karanlığa alışınca masadakileri tanımaya başlıyorum ki ne göreyim? Susurlukçusu, Ergenekoncusu, hukukçusu hep birlikte yemekteyiz!
Sağ yanımdakine eğilip soruyorum “Oda neden karanlık? Tabağımı göremiyorum.”
“Yemeğin organizatörü öyle istedi, sessiz ol” diyor fısıltıyla, susuyorum.
Sonra hukukçuya hatta savcıya benzettiğim masadakilerden biri sesleniyor: “Yandaki düğün salonunda çalışan kameramanı getirin.”
“Televizyona mı çıkacağız?” diye atlıyorum bir telaş, sol yanımdaki ayağıma vuruyor: “Ne televizyonu, kameranın ışığı gösterecek ne yediğimizi.”
Yine susuyorum.
Servis yapan garson, elinde çiçek desenli tencereyle göründüğü an, Susurlukçu bağırıyor telaşla “O tencere değil! Geri götür çabuk, yanlış tencere o!”
Hepimiz şaşkın birbirimize bakarken Susurlukçunun önündeki peçetede yazılı nota gözüm ilişiyor: “Silahlar çiçekli tencerede. Tencerenin raftaki yeri ise aşağıdaki şemada.”
Rüya bu ya, olur böyle şeyler deyip, tabağımdaki çamura benzer şeye bakıyorum. “Ne çamuru?” diyor masadan biri aklımdan geçeni okuyup, “Atatürk evinin bahçesinde yetişen bir bitkiden yapılmış özel bir sos o.”
“Kim yaptı bunu?” diye soracak oluyorum, masanın gazeteci elemanı “Mutfakta Amerika’dan getirdiğimiz bir ahçı var” diyor. Dünya alem bilirmiş pişirdiği yemekleri.
O sırada masanın uzağında oturan birini farkediyorum. Düşünceli gözleriyle masadakilere dalıp gitmiş, dudağında acı bir gülümseme.
Onu iyi tanıyorum: “Mavi gözlü dev” adam! “Peki neden masaya gelmiyor?”
“Çünkü” diyor bir ses “O koltuk sarı saçlı, mavi gözlü diye tanımlanan
1 numaraya özel.”
Ben şaşkınlıktan ağzım açık mırıldanıyorum:“Nasıl yani? Mustafa Kemal Ergenekon’un 1 numarası mıymış?”
Sorumun yanıtı soru oluyor: “Öyle diyorlar, duymamış mıydın?”
“Off!” çektiğim kabus gibi bir rüyadan içim rahat, derin bir “Ohh!” çekerek uyanıyorum.
1 numarası Mustafa Kemal olan hangi örgütten zarar gelebilir ki?
Rüyayı görmek benden, yorumlamak sevgili okurdan…

MEDYAMIZA HATIRLATMA…
Tamam anladık ki Başbakanın yeni sözcüsünden zerre hazzetmediniz. Hatta hoşnutsuzluğunuzun ölçüsü makul müfettiş Enis Berberoğlu’nun bile yazacağı düzeye gelmiş. İyi de, siz hiç mi ders almazsınız deneyimlerinizden?
Hiç mi bilmezsiniz, bunca zamandır siz ne dediyseniz Başbakan tersini yapıyor. Gördüğünüz görebileceğiniz en inatçı adam.
Madem Kemal Öztürk gelenin gideni aratacağı cinsten. Öyleyse onunla ilgili negatif şeyler yazmaktan vazgeçin artık.
Tersine, ne kadar överseniz o kadar çabuk yolcu olur Abbas..
Öğrenemediniz mi?

AKLIMDA KALAN
Çocuklara bulaştırılan acı: Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretim okullarından Gazze’de yaşanan dram için öğrencilerin saygı duruşunda bulunulmasını istemiş. Ölen çocukların acısına yaşayan çocukları ortak etmiş. Saygı duruşunda bulunan miniklere baktım uzun uzun. Ne ölümden, ne de savaştan haberleri var. MEB aracılığıyla ölümü de, savaşı da erkenden fark ettiler, öğrendiler şimdi.

(Haberturk.com 14.01.2009)