Nuran YILDIZ

ATATÜRKÇÜLER İÇİN SERT BİR YAZI

----- 04.03.2024 - 17:00 -----

Son yılların en ses getiren dizisi “Kızılcık Şerbeti”nde konular, muhafazakâr kesimle muhafazakâr olmayan (laik) kesim arasındaki çatışmadan doğuyordu.
Laik kesim, dizide muhafazakâr aile yapısı eleştiriliyor diye zevkten dört köşe ekran başına geçiyordu.
Bu bilgiyi cebinize koyun.
CHP Genel Başkanı Özel, grup toplantısında hep olduğu gibi ağzına ne geldiyse savurdu.
O gün şöyle bağırdı:
“Atatürk size (CHP’lilere) ‘İstanbul’u kaybetmeyin, İzmir’de rekor kırın’ diyor.”
“Size ‘Bilecik’i tekrar geri alın’ diyor.”
Sinirim bozuldu, Özel ya istihareye yatmış ya da ruh çağırmış olmalı.
O da mümkün değil. Atatürk bunları demez, yapılması gereken bir şey varsa gider kendisi yapar. Hoş bu tipler, ruhunu çağırsa da gelmez.
Atatürk bu düzeye asla inmez. Daha önemlisi, unutulmuş sözünü hatırlatayım;
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.”
27 Aralık’taki yazımda şu cümle vardı: “O’nun adının barda, pavyonda meze edilmesi ne abuk bir şey ki bu konuda ayrıca yazı yazmam şart.”
Bu yazı o yazı.
“Gardrop Atatürkçülüğü” kavramını bilir misiniz, İlhan Selçuk’un o meşhur yazısında geçer:
“Türkiye’de hiç kimse gardrop Atatürkçüsü kadar Atatürkçülüğe zarar vermedi. Hiç kimse gardrop Atatürkçüsü kadar devrimleri kemiremedi. Hiç kimse Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine erişmek çabasını gardrop Atatürkçüsü kadar baltalayamadı. (...)
Batılılaşma sandıkları hareket, yüzde yüz kompradorların Batılılaşma anlayışlarına uygundur. Halk bir yanda horlanacak, sefalet içinde yüzecek, aşağılık görülecek, bir azınlığın iktisadi çıkarları için kullanılacaktır. Öte yanda bir mutlu azınlık Batılı maymunluğunda ve refah içinde yaşayacaktır. Caz ile dans ederek, açık saçık elbise giyerek…Batılılaşma! (…)
Bunların yüzündendir ki devrim halka mal edilememiştir, bunların yüzündendir ki Atatürkçülük anlayışı fakir halk tabakaları karşısında iktisadi muhtevadan yoksun bir anlamsızlık içinde kalmıştır. Ve ilk fırsatta Atatürk’e ihanet etmek fırsatını kaçırmamış ve Atatürk düşmanlarıyla birkaç pula anlaşarak kemiklerini satmışlardır. (…)
Onlar devrim hareketlerini gardrop değişikliği sanan zavallılardır.”
İlhan Selçuk bu tanımı yaptığında yıl 1966’ydı.
1982’de bu kez Nadir Nadi “Ben Atatürkçü Değilim” kitabını yazdı. Kitabın isminde İlhan Selçuk’un da fikri alınmıştı.
Atatürk’ü dilinden düşürmeyen ama O’nu gerçekten anlamayanlar için “onlar Atatürkçüyse ben değilim” diyordu Nadir Nadi.
Onlar gittiler. Sonra ülkemin “vatansever aydın olma” fikrini öldürdüler.
“Kızılcık Şerbet”ine dönelim.
Dizide muhafazakâr olmayan ailenin yaşam şekli, ilişkileri, giyim tarzları abartılı bir serbestlik içerisinde çiziliyor, toplumsal değerler hiçe sayılıyor ve “laikçi” kesim bu duruma alkış tutuyor.
“Laikçi” okumuş kesim (!) evli adamla birlikte olan muhafazakâr olmayan kadını tutuyor, adamın eşi kapalı diye aldatılmasına “oh” çekiyorlar.
Laik Türkiye savunucuları, Atatürkçülüğü uzun zamandır CHP’ye bırakıp yan gelip yattı.
Ne var ki CHP artık Atatürk’ün CHP’si değil. Ruhunu çağırmış gibi yapmaları, “Laiklikten ödün vermeyeceğiz” demek zorunda hissetmeleri bundan.
En Atatürkçü olduğunu söyleyenlerin yaptıkları şey, O’nu gece kulüplerinde marş söylemek, konser sonlarında 10. Yıl Marşı okumaya indirmek.
Muhakazakâr giyim yaygınlaştıkça, etek boyu kısaltmayı, göbeği açıkta bırakmayı Atatürkçülük sanma eblehliğine gelip dayandık. Şekil değildir ki Atatürk, fikirdir.
Barda, pavyonda eldeki kadehleri havaya kaldırarak “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa” diye bağırırlarken Mustafa Kemal’i öldürdüklerini de ilan etiklerinin farkında olmayan bilinçsiz bir güruh.
Bayrak asmayı, kalpaklı Atatürk rozeti takmayı, Atatürk denince gözleri yaşartmayı Atatürkçülük sanıyorlar. Şekil hep şekil.
Böylesi bir içi boşlukla zerre ilgisi yoktur Atatürk’ün.
Yoksulu, garibanı, muhtacı aşağılamak değildir, o insanlar sizden o yüzden kaçıyorlar ve karşıda kim varsa ona sempati duyuyorlar.
Atatürkçülük gardrobunuzdaki elbise değildir, giyip giyip çıkaramazsınız, bir fikirdir. Halkçıdır, devletçi ve tam bağımsızlıkçıdır.
Dilde değil özde Atatürkçülük, O’nun fikirlerinin yayılımı için durmadan çalışmaktır.
Atatürk, Özgür Özel’in anladığı gibi şehirleri, insanları ayırmaz, bir şey yapılacaksa halkı örgütler kendisi yapar.
Ona buna, hele ki bu CHP’ye asla iş buyurmaz.

“DEVLETİMİZ BENİ BUNUN İÇİN YETİŞTİRDİ”
Sürekli aynı şeyi yazıyorum, eğitim sistemimiz kuruluş ayarlarına geri dönmelidir.
Gelişen teknolojiye uyumlanarak elbette.
Milliyet Yayın Yönetmeni, sevgili dostum Özay Şendir’in babası rahatsızlandı. Beyne pıhtı atmış.
Haseki Hastanesine kaldırıldı. Şimdi iyi. Onu ölümün kucağından çekip alan Doktor Zülfikâr Memiş, Bozhüyük Öğretmen Lisesini, Osmangazi Tıp Fakültesini bitirmiş.
Üzerine girişimsel nörovasküler eğitimi ve daha bir çok derin uzmanlaşma yaparken gece gündüz hasta bakmış. Kolay değil.
Özay, Doktor Memiş’e “Her saat buradasınız, nasıl oluyor böyle” diye sorunca cevap Özay’ın ve benim zihnime çakıldı: “Devletimiz beni bunun için yetiştirdi.”
Ben de Ankara Üniversitesi’nde aynı inançla çalışıyorum.
Babam da bu inançla öğretmenlik yaptı.
Özay’ın babası da öyle biri.
Eğitim sistemimizin birey yerine toplumu önceleyen, ülkesini ve çalışmayı seven insanlar yetiştiren kurucu ayarlarına dönmesi şarttır.
Benim ve Özay’ın babasının nezdinde tüm yurtsever babalara geçmiş olsun.

YEREL SEÇİM SÜRECİNDE RAHATSIZ OLDUĞUM ŞEYLER
Bir, sürekli kişilerden söz edilip sorunlara gelinememesi.
İki, ittifak sözcüğünün cılkının çıkarılması.
Üç, tarihin gördüğü en berbat seçim kampanyalarına gark olmamız.
Dört, medyanın İstanbul dışında bir yerde seçim yokmuş gibi yayın yapması.
Beş, hep aynı şeylerin konuşulup, havanda su dövülen tartışma programları.
Altı, hiçbir yerde örnek belediyecilik, model gösterilemiyor olması.
Yedi, DEM kime oy verecek ile YRP ne yapacak arasına sıkışılıp kalınması.
Sekiz, tartışılan konuların 100 yıllık geçmişle tezat içeriksizliği.
Dokuz, bir tek düzgün slogana rastlanmayışı.
On, seçmenle iletişimin televizyona ve sosyal medyaya indirgenmiş olması.

ANTALYA DİPLOMASİ FORMU
AK Parti son yıllarda, dış politika yaklaşımında, önce terk ettikleri Mustafa Kemal’in çizgisine geri döndü, düşmanlaşan ilişkiler tamir ediliyor.
Bu sürecin en iyi işlerinden biri “Antalya Diplomasi Forumu.”
Forum önceki Bakan Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Antalya’ya ve diplomasimize hediyesi oldu.
Daha üçüncü toplantısında 147 ülkeden temsilcinin, 20’den fazla devlet başkanının katılması büyük başarı.
Katılanların hangi ülkeden, ekonomik gruptan, kıtadan olduklarının zerre önemi yok.
Dünyada kutup yok. Kaos çok. İletişim ortamı oluşturan ve diyalog öneren her ortam desteklenmeli.
Dünyanın merkezi böyle olunur, Nasrettin Hocayı hatırlayın.

HAYATINIZI SÖZCÜKLERİNİZ YAPAR
Yerel seçim sürecinde öyle abes açıklamalar duyuyorum ki ağzım açık kalıyor.
İletişim biliminin bu kadar ilerlediği bir dünyada, profesyonellere bu kadar para döküldüğü ülkemizde nasıl bu sözler ağızdan çıkıyor?
Cevabını biliyorum da, neyse…
DEM’in İstanbul adayı Meral Hanım çıkıyor, “Aday göstermediğimiz yerlerde seçmen serbest” diyebiliyor.
Sosyal medya hesabımda “seçmen gezen tavuk mu” esprisini yaptım geçtim.
CHP Genel Başkanı Özel’in her ağzını açışı evlere şenlik. Hatay’a başkan adayı arayışını açıklıyor: “Mert’e de sorduk, çok tatlıdır Mert (Fırat), turneleri varmış kabul etmedi.”
Nerden tutsan elinde kalacak bir cümle.
Murat Kurum’un “Seçilince Gazze’ye yardım edeceğim” demesi de nedir?
Gazze’deki insanlığın gördüğü en ağır katliamı seçime malzeme yapmak olacak şey mi?

“ARKADIŞINIZLA EVLENİN”
Mutlu evliliğinin sırrını açıklayan dizi oyuncusu “En yakın arkadaşınızla evlenin. Ömrünüz güvendiğiniz, saatlerce sohbet edebileceğiniz tüm duygularınızın ortağı hayatınıza eş olsun” demiş.
Okurken gülümsedim. “Aşk Yüzyılı Bitti” sayfa 203-205’de tam da bunu yazmıştım, kaç yıl oldu.
“Geçmişinizdeki sorunlu ilişkileriniz şanssızlık değil sizin sorunlu seçimlerinizdir. (…) Arkadaşlık bir ilişkide sahte dram ve yoğunluğu yok eder ama ben merkezciliği, imkânsızlığı da yok eder ve dramın yerine insani ve gerçek bir şey koyar.”

SANAL DÜNYA, SANAL EVREN
Arkadaşım Balçiçek İlter güzel bir paylaşım yapmış instagram’da.
“Hazırla valizi almaya geliyorum” dediği arkadaşı, “nereye” demeden sadece vizesini kontrol etmiş.
Ne güzel bir paylaşım.
Yorum yazdım, “ben de gelmek isterdim ama gezinin maliyetini bilmeden valiz hazırlayamam” minvalinde.
Balçiçek “Oradan zengin mi görünüyoruz” diyerek gezinin düşük maliyetini açıkladı.
Aramızda böyle bir diyalog olmasa, evet oradan zengin gösteriyor sosyal medya.
Paylaşımlara bakıyorsun, ne parasal sorun var ne de zamansal.
Herkeste bir keyif, bir gezme, bir yeme içme halleri.
Halbuki gerçek öyle değil.
Her şeyin bir maliyet hesabı var gerçek yaşamda.
Sosyal/ sanal medya sanal bir evren yaratıyor, sen sen ol sakın kapılma.

YAZMAZSAM OLMAZ
Bir.
AK Parti Gaziantep İl Başkanı evlenmiş. Ne var ki her evliliğe de mutluluk dilenmiyor. İnsanın içinden gelmiyor.
Bu il başkanı bey tam bir yıl önceki deprem felaketinde eşini ve oğlunu kaybetmiş.
Bir yıl yaa! İnsanın bu kadar büyük acıyı unutmasına, ölenlerine yanmasına yetecek süre mi bu? Pes!
İki.
Şampiyonlar Ligi’nden döküldüler. Türkiye Kupası’nda Karagümrük bunları evire çevire dövdü.
Lig maçında Beşiktaş’ı zor bela 1-0 yendiler. Sessizce evlerine dönmek yerine resmi hesabından kendileriyle Beşiktaş arasındaki puan farkını gösteren paylaşım yaptı Galatasaray. Beşiktaş camiasını incittiler.
Hiç şık değil. Hiç Galatasaray klasında değil. Sapır sapır dökülürken hiç zamanı değil.

AKLIMDA KALAN
Taviani kardeşler’in “Kaos”u: Ünlü yönetmenler Taviani kardeşlerden Paolo Taviani geçen hafta öldü. Vittorio Taviani 2018’de ölmüştü. Çok önemli filmler yaptılar. Benim için en etkileyici olanı “Kaos”tu. Film dört bölümden oluşuyor. Hepsi de çarpıcı hikâyeler anlatıyor. Ama genel izleyiciye hitap etmiyor, sinema tutkunlarının seveceği türden bir dili var. İlk kısmındaki hikâyede, ki bence en çarpıcısı o kısım, köyün orta yerindeki dev şarap küpü kırılıyor, onu tamir edecek usta küpün içine girip aşağıdan yukarı doğru yapıştırarak işini tamamlıyor. Yalnız bir sorun var, usta küpü tamamlarken sırtındaki kamburu unutuyor. Küpten çıkamıyor. Alın size bin türlü film okuması sunan sahne, ben engel olmayayım, sınır koymayayım.