Nuran YILDIZ

ARALARINDAKİ İLİŞKİ VAMPİR-KURBAN İLİŞKİSİDİR

----- 04.02.2015 - 12:00 -----

Düne kadar. Başta gazeteciler olmak üzere, pek çok kimse, ABD seçimlerinde Hillary Clinton ile başa baş mücadele eden adamın adını bile bilmiyordu.

ABD seçimlerine bakınca, Hillary’nin Demokrat Parti adaylığı için parlayan görkemli ismi, başka kimseyi akla getirmiyordu.

Donald Trump’ın soytarılıklarını bir yana koyarsak.

Hillary’nin rakibi kimdi, medyamızda boy gösteren çoğu ahkâm kesicinin haberi bile yoktu.

Benim gibi, medyanın siyasete etkisine kafayı takanlar ve ABD seçimleriyle özel olarak ilgilenenler dışındakiler için Bernie Sanders ismi bir şey ifade etmiyordu.

Sadece bizde mi böyleydi? Değil.

Sanders, ABD siyaset ve seçim yorumcularının, yazarlarının bile pek şans tanıdığı biri değildi.

Hillary’nin kampanyada su gibi harcadığı 2 milyar dolardan medyaya düşen kısmı medya mensupları için körleştirici bir etki yaratmıştı.

Durum şöyleydi:
Hillary’nin görkemli ismi+ Hillary’nin görkemli geçmişi+ Hillary’nin neo liberal hegemonyası+ Hillary’nin iki milyar dolarcık kampanya bütçesi.

Sonuç= Medyada esen Hillary rüzgârı!

Ya zavallı Bernie Sanders’a ve onun güya sosyalist politikalarına ne demeli?

Neo-liberal sistemin ana taşıyıcısı, üstten bakıcısı medya, yolculuklarında ekonomi sınıfında, hem de orta koltukta sıkış tepiş oturan sıradan bir politikacıya değil şans tanımak, gırgır şamataya malzeme yapıyordu.

Bernie o kadar sıradandı ki, kampanya sürecinde Hillary medyada 100 temsil ediliyorsa, o bir bile temsil edilmiyordu!

Hatır gönül için çıkarıldığı yayınlar olmasa neredeyse yok kabul ediliyordu.

O Bernie, ne zaman ki son kamuoyu araştırmalarında, Hillary için ciddi rakip olacağını ortaya koydu, işler değişti.

Köşe yazarları, yorumcular bir bir tv programlarında, gazete köşelerinde kendisinden özür dilemeye başladılar.

“Üzgünüz Bernie, sana haksızlık yapmışız” dediler. “Biz gerçek birer idiyotuz” demediler.

Yeni medya düzeninde, konumlarını az biraz idiyot olmalarına bağlı olduğunu itiraf edemezlerdi ne de olsa.

Yine de. Bizim köşe yazarları ve yorumcularla kıyaslanınca ahlaken daha olgun oldukları rahatlıkla söylenebilir.

Uzun zamandır, kampanyalar için harcanan paranın çokluğuyla, demokrasinin niteliği arasında ters orantı olduğu tartışması yapılan ABD’de, şimdi de, “Bernie case”i konuşuluyor.

Nasıl oldu da, medya olmadan oldu? Nasıl oldu da, medyanın “gör” demediği biri başardı?

Bu köşenin okurları, medyanın siyasi davranışa “sınırlı etkisi” üzerine epeyce cümle okumuşlardır burada.

O kadar ki, bu görüşüm nedeniyle, medya tutulması yaşayan sefil entelektüel dünyamızda, “köyün delisi” yerine konmuşluğum bile olmuştur ki bu bir onurdur benim için.

Şimdi.

Bu ciddi yazıyı, bizden az biraz gayri ciddi bir örnekle bitireyim;

Geçen gün Selin Sayek Böke’nin, Hürriyet’te “Kim bu küçük kız” minvalinde çocukluk resmini görünce aklımdan geçen cümle şuydu:

“Yazık oldu, Selin Sayek Böke’nin siyasi kariyerine.”

Yok, onun, liderin izin verdiğinden daha öteye gidebilecek biri olabileceğine zaten hiç şans vermedim.

Ama. İyi bir ekonomist olarak CHP’ye katkıda bulunmaya güçlü bir biçimde devam edebilecekken, medyanın onu içi boşalarak etkisizleşen bir figüre dönüştürmesi.

Daha önce pek çok kişinin başına geldi. Önce medyanın görkemli merdivenlerinden çıktılar.

Kolları açılan gazetecilerin kucaklarına koştular.

Sonra da sönmüş bir balon gibi o kolların arasından kayarak yok oldular.

Medya ve siyasetçi ilişkisini vampirle kurban ilişkisine benzetebiliriz.

Medya ana damarlara odaklanır, yakalar ve emer.

Siyasetçinin işi ise, kılcal damarlardadır. Bernie’ye yakından bakın böyle olduğunu göreceksiniz.

Aksini savunacak olan sığ düşünenler, Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek göstereceklerdir. Oysa o bambaşka bir bağlamdır. Nokta.

MUHALİF OLACAKLARA ÖNERİLER

Hangi partiden olursa olsun, parti içinde bayrak açıp muhalefet yapmaya soyunacak olanlar, harekete geçmeden önce şu beş sorunun cevabını hazırda tutmalılar;

Bir, neden daha önce konuşmadın?

İki, neden şimdi konuşmaya karar verdin?

Üç, neden sana inanalım?

Dört, arkanda kimler var?

Beş, kaybedersen ne yapacaksın?

RÜZGÂR GİBİ GEÇMESİN

Sinan Çetin’in oğlu Rüzgâr, trafik kazasında bir polisin ölümüne neden oldu.

Kaza bu, herkesin başına gelebilir.

Gelebilir de. Çetin’in avukatının ölen polisi kemer takmadığı için suçlaması, neden bilmem bende, Rüzgâr’ın içeride fazla kalmayacağı hissi yarattı.

Bu ülkede. Ölenin suçlanıp, öldürenin serbest kalması pek şaşırtıcı olmaz.

Ne var ki, ölen polisin eşinin cenazede haykırdığı “Sarhoş Porsche sürücüsü cezasını çekecek!” cümlesi üzerinde düşünmek gerek.

İnsanlarda, trafikte zengin sürücülere ayrıcalıklı davranıldığı hissi yaygın.

AKLIMDA KALAN

Sıradışı bir kadına veda…: Sevgili Filiz Bingölçe’yi kaybettik. Ülkemiz yazınına başta kadın argosu olmak üzere argo sözlüklerini kazandıran arkadaşım. Aynı fakülteden, farklı dönemlerde mezunduk. Sıradışı bakışaçısı ve hayatı algılayışıyla göz ucuyla hep takip ettiğim bir okuldaş. Kendine özgü, cesur kadındı. Az kişi hatırlar, Filiz okul gazetemiz Görünüm’de çizerlik de yapardı. Çizgileri bana Turhan Selçuk’u anımsatırdı. En son birkaç yıl önce fakültedeki odamda kahve (ya da çay mıydı) içmiştik. Futbol argosu üzerine çalıştığını anlatmıştı heyecanla. Kurduğu yayınevinden söz etmişti. Çalışkanlığına imrenerek dinlemiştim. Demek ki acelesi varmış. Kanser. Her yanımızı kemiriyor. İyi de. En önce, en derin düşünenler mi ölüyor acaba? Kafam karışık. Sevgili Filiz, “onu tanıdım” deme onurunu bana verdiğin için teşekkür ederim. Gerçek iletişimcilerin başı sağ olsun.