Nuran YILDIZ

NEYE İNANACAĞIMIZI NASIL BİLECEĞİZ?

----- 30.03.2015 - 09:30 -----

Alman havayollarının uçağı İspanya’dan dönerken Fransa’da düştü. Kazanın ilk saatlerinde. Uçağın eski ve yaşlı olduğu belirtiliyordu. 24 yaş, bir uçak için hayli fazlaydı.

Havayolu şirketleri hızla büyüyor. Ve. havayolu kamuoyunda iki konu fısıldanıyor epeydir;

Birincisi, şirketler uçuş sayısını artırmaya odaklandığından uçak bakımları için gereken zaman ayrılmıyor. İkincisi, gökyüzü yaşlı ve yorgun uçaklarla dolu.

Yine. Kazanın ilk saatlerinde. 150 kişinin öldüğü kazada. Pilot kabinindeki basınç düşmesiyle pilotların bayıldığı iddia edildi. Sonra hepsi unutuldu. Elde sadece güya psikopat, yardımcı pilot kaldı.

Genç pilot intihar etmiş dendi. Tükenmişlik sendromuna yakalanmış dendi. Dizi oyuncusu olmakla, gökyüzünde yüzlerce can taşımak arasında demek ki bir fark yoktu.

Sonuçta. Pilot uçağı kasten düşürmüş. Kriz yöneticileri kazayı, kendini savunma olanağı olmayan bir pilotla açıklayıverdi!

İnandık. Çünkü. Üzgün yüzlü şirket yöneticileri, politikacılar öyle diyordu. Ortada açıklamalardan başka bir kanıt da yoktu.

İntihar eden pilot ağzını açıp tek sözcük etmemişti uçak düşerken. Kara kutuya göre öyleydi.

İçinde yaşadığımız “şüphe toplumu”nda. Komplo teorilerinin zirve yaptığı günlerde. Uçak böyle düştü dediler, inandık. Tuhaf değil mi?

Herkes hep bir ağızdan aynı şeyi söyleyince. Ulusal, uluslararası medya aynı koroya katılınca. Durumdan şüphe eden, kendinden şüphe etmeye başlıyor.

Malum, araştırmacı gazetecilerin başına da iyi şeyler gelmiyor.

Yeni toplum. Söylenene inanır. Gösterilene inanır. Gerçeğe inanmaz.

Biz “Kaos, kriz ve iletişim yönetimi” lisansüstü dersinde “başlangıç durumuna hassaslık”tan söz ederiz, uzun konu. Ve. Her durumda parametreleri analiz etmeyi seçeriz.

Söylenenle yetinme. Gösterilenden şüphe duy. Parametreleri parçala. Her parçanın başlangıç noktasına git. Mesela pilotun hayat hikayesiyle yetinme. Uçağın hayat çizgisine de bak.

Açıklamanın taraflarının bağlantılarını incele.

Haberin kendisiyle yetinme. Ne zaman, kimin yaptığına bak. Orada da kalma. Genel habere aykırı haberleri de topla.

Derdin gerçeği bulmaksa. İyi düşün. Belki de gerçekle hiç ilgilenmiyorsundur.

NOTER

Okur haklı olarak soruyor, siyasal iletişim açısından Kılıçdaroğlu’nun noter onaylı vaadini nasıl buluyormuşum.

Okur bu. Senin başına gelenler, hastaneler, ameliyat. Umurunda değil.

Okurun istediğini verelim;

Bir, vaatlerin oy getirdiğine değil, tutumların oy getirdiğine inanan biriyim.

İki, noterin işlevi konusunda kafalar karışık. Geçmişte. Yazdığım bir oyunu notere onaylatmak istediğimde. “Nerden bileyim sizin yazdığınızı” cevabını almıştım.

“Göreviniz oyunun benim olup olmadığını kanıtlamak değil, bu tarihte bu metni yazdığımı beyan ettiğimi tutanağa geçirmek” demiştim.

Noterin, Kılıçdaroğlu’nun vaadini yerine getirip getirmediğiyle ilgilenme görevi yok. İşi sadece vaade tanıklık etmek.

Ve üç, bir lider verdiği sözü notere onaylatma gereği duymuşsa inandırıcılık sorunu var demektir. Lider kişinin sözü üstüne söz gerekmemelidir.

ADALET DUYGUSU…

“Ulus devlet”lerin varlığı tartışmaya açılmışken. Milli takım konusunda fırtına koparmak tuhaf tezat.

Yine de. Fatih Terim’e bir çift laf etmek şart;

Kafasına silah dayanan futbolcuyu bırakır da, silahı çekeni takıma alırsan.

Teknik direktörlere küfretmeyi alışkanlık haline getirmiş futbolcuyu takımın abisi yaparsan.

Yani. Bir liderin adalet duygusundan şüphe duyulmuşsa.

Hele bir de. Her yenilgiden sonra. “Dünyanın sonu değil” demeye kalkarsan. “Futbol dünyasının sonu futboldan gelir” basit bilgisini unutmuşsan.

Bilmez misin ki, liderliğin çoktan terk-i diyar etmiştir.

AKLIMDA KALAN

Kendimi iyi hissettiğim bir an: Dışarda gök delinmişçesine yağmur yağıyordu. Ağaçlar, çimenler delicesine yağmuru içlerine çekiyorlardı. Ayağımda atel olmasa, kendimi sokağa bırakasım varken. Evimdeki. Saksı çiçeklerinin. Musluk suyuna talim etmesine razı olamadım. En geniş kaplardan birini pencereden yoğun yağmurun altına uzattım. İçinde ne kadar yağmur suyu birikmişse çiçeklerime paylaştırdım. Bir mutlu oldum ki, sormayın.