Nuran YILDIZ

KOBANİ DEDİĞİN…

----- 08.10.2014 - 10:00 -----

Kobani dediğin şöyle bir şeydir;

Suriye içen stratejik mevkidir.

IŞİD için oyun alanıdır.

Kürtler için topraktır.

ABD için yemdir.

Türkler için tuzaktır.

Kobani dediğin, filler için çimendir…

BU KADIN HERKESİ SERSEM Mİ SANIYOR?

Medya kişilikleri vardır. Medyada yoklarsa hayatta da yoklardır. Hayatlarını medyada olmak üzerine kurgularlar.

Gülben Ergen’i onların en bilinen temsilcisi sanıyordum.

İlişkilerini medya önünde yaşıyordu.

Canı medya önünde yanıyor, gözyaşları içinde basın toplantısı düzenliyordu.

Evlenmesini, üç çocuk sahibi olmasını hep medya önünde yaşıyordu.

Çocuklarını medya önüne bırakıyor, sonra da okul önünde gazetecilere “burası okul ama” tavrı koyuyordu.

En yakın dostlarından biri Nihat Odabaşı’ydı. Tesadüf, o da iyi fotoğrafçıydı! Birlikte geziyorlardı.

Medyanın haberi olmadan bir tek anaokulu bile açmıyordu.

Son evliliğini medya yüzlerinden biriyle yapması da böyle bir şeydi.

Hac yolculuğunu (a)sosyal medyayla paylaşması da medya kişiliği olmasıyla ilgiliydi.

Daha doğrusu öyle sanıyordum, yanılmışım!

Gülben Ergen sadece bir medya kişiliği değilmiş. Medya, Gülben Hanımın hayatında başlı başına bir kişilikmiş.

Düşünün.

Çocuklarınızı seviyorsunuz. En masum andasınız. Siz ve çocuklarınız var. Eğer siz Gülben Ergen’seniz ortamda bir de medya gözü var.

Mesela kutsal topraklarda sevgilinizle el ele yürüyorsunuz. Arkanızdan biri fotoğrafınızı çekiyor. Estetik.

Fotoğrafı çeken kişi kendi ortamında paylaşsa, dersiniz ki “yakalamış ve çekmiş.”

Öyle olmuyor. Kutsal topraklarda Gülben Ergen, sevgilisi ve bir de üçüncü biri var, arkadan fotoğrafı çeken.

Evleniyorsunuz diyelim, kocanız sizin elinizi, siz de onun elini öpüyorsunuz. Ne hoş, ne iki kişilik bir durum değil mi?

Yok. Siz Gülben Ergen’seniz kocanızla birbirinizin ellerini öperken bir üçüncü kişi daha var, fotoğrafınızı çekiyor.

Tüm bunlar. Balayı yerine hacca giderken üçüncü kişi tarafından çekilen ve Gülben Hanım tarafından servis edilen fotoğrafa bakarken aklımdan geçiyor.

Bir de not düşüyor kendisini eleştirenlere: “Neye bakarsan onu görürsün.”

Öyle değil Gülben Hanım, neyi gösterirsen ona bakarız.

Merak bu ya. Bu kadın hiç iki kişilik bir şey yapmaz mı? Üçüncü bir göz olmadan seyahat edemez, aşık olamaz, eğlenemez mi?

Ve, gözlenmeden yaşayamayan ruhları normal kabul edebilir miyiz? Bir psikolog? Bir psikiyatr? Yanıt verebilir mi?

SEMERCİOĞLU ZEKÂSI BU MUDUR?

Hani ünlülerin cep telefonlarıyla çektikleri çıplak fotoğraflar son günlerde ortaya saçılıyor ya.

Cengiz Semercioğlu durumu, ünlülerin teşhir arzusuyla açıklamış. Kendi zekâsına hakaret etmiş.

Buradaki esas sözcük “teşhir” değil. Cep telefonu denen aracın “özel” sanılması. Akıllı telefonlar girince içeri, özel yaşamlar çıktı dışarı.

NE OLACAK ŞİMDİ?

Bir organizasyon böyle mahvedilir. Bunca yıl emek verilmiş bir film festivaline böyle yazık edilir.

Bir kriz ancak bu kadar kötü yönetilir.

Altın Portakal Film Festivali’ne, Reyan Tuvi’nin “Gezi Belgeseli” damgasını vurdu.

Belgesele sansür uygulandı diye ilgili, ilgisiz jüri üyeleri istifa etti. Film yeniden davet edildi, yönetmeni Reyan Tuvi de kabul etti.

Şimdi. Belgesel ödül alırsa şöyle denecek: “Kamuoyu baskısından ödül verdiler.”

Ödül almazsa şöyle denecek: “Zaten vermeyeceklerdi.”

AKLIMDA KALAN

Beşiktaş’ın saha bulamaması: İnönü Stadı’nın yapımı bitene kadar Beşiktaş maçlarını başka bir statta oynayacak ya. Fenerbahçe sorun çıkarıyor, stadını vermiyor. Galatasaray sorun çıkarıyor. Beşiktaş yönetimine sözüm var: İyi takım her sahada, çamurda, engebeli arazide bile maçı kazanır. İyi takım her koşulda, hakeme rağmen bile maçı kazanır. Mazeret, az gelişmiş ülkelerin az gelişmiş futbol takımları için geçerlidir. Hangi sahada oynayacağına kafayı takana kadar nasıl daha iyi oynayacağına yoğunlaş. Nihayetinde şimdilik ligin en iyisi görünüyorsunuz.