Nuran YILDIZ

KÜÇÜK BİR NOKTA…

----- 21.04.2014 - 09:01 -----

Seyir şöyledir;

Saadet Partisi’nden kopan yenilikçi grubun lideri Gül’dür. Parti 2001’de kurulunca genel başkan Erdoğan olur.

Erdoğan 2002’de Başbakanlık hakkını kazanır. Yasaklı olduğu için Gül Başbakan olur.

2003’te yasağı kalkan Erdoğan Başbakan olur, Gül de yardımcısı.

2007’de, istese kendisi Cumhurbaşkanı olabilecekken, “kardeşim Gül” olarak anons ettiği Gül’e cumhurbaşkanlığını altın tepside sunar.

Ve o dönem de biter. Kronolojiye göre Erdoğan’ın cumhurbaşkanı (seçim bahane), Gül’ün Başbakan olması gerekiyor. Gül’ün açıklamasına bakılırsa akışta bir kesinti olacak gibi.

Cumhurbaşkanı “Bu koşullarda ben siyasette yokum” dedi ya… Aklı evvel bazısı bunu gerçek sanıyor.

Gül’ün siyasetten ayrıldığı falan yok. Olsa olsa bir mola verebilir o kadar.

Zannımca, Gül ve ekibi, Erdoğan’ın yukarı çıkması halinde partiye fiilen dönmesinin hayli zor ve sorunlu olduğunu düşünmekte.

İçinden Erdoğan’ın alındığı bir parti de istediğiniz kadar dar bölge, dapdar bölge seçim sistemi uygulansın, bölünme potansiyeli ve erime riski taşıyacaktır.

Bunu iyi bilen Gül, kenara çekilip o günlerde kurtarıcı rolü oynamayı bekleyecektir.

Bu senaryoya küçük bir de ekleme yapayım: Burası Türkiye, uzun dönemli planların gerçekleşme olasılığının sıfıra yakın olduğu ülke…

BU NASIL İŞ?

Ne zaman başımı kaşıyacak zamanım olmasa, sinemalara birbirinden güzel filmler gelir. Gidecek vaktim yoktur, içim gider.

Ne zaman iyi bir film olsa da gitsek desem, vakit sorunu çekmesem, gösterimdeki filmler birbirinden kötüdür.

AKLIMDA KALAN

Toplumsal sorumluluk kavramını yeniden düşünmek: Son zamanlarda “toplumsal sorumluluk” kavramına takmış durumdayım. Üniversitede de yüksek lisans ve doktora öğrencilerine bu konuda araştırma yapmalarını öneriyorum. Şirketlerin “kârın cüzi bir miktarını toplumla paylaşarak olumlu imaj yaratmak” düşüncesinden yola çıkan toplumsal sorumluluk projeleri, bugün artık satışı artırmak amaçlı pazarlama çalışmalarını gizleyen, ambalajlayan işlevle sunuluyor. Bunların en sonuncusunu Ayşe Arman’ın söyleşisinde okudum. Toms marka ayakkabıların üreticileri, güya ayakkabısı olmayan çocukları anlamak için “ayakkabısız gün” eylemi düzenliyorlarmış. Eylem nerede, biliyor musunuz? Bebek Parkı’nda! Tamamı pürüzsüz beton ve çim, değil çıplak ayak, çırılçıplak yuvarlansanız da bir yerinize bir şey olmaz. Efendim onu da düşünmüşler, taş, kum ve topraktan parkurlar yapılacakmış. Vahşi doğanın malzemeleri terbiyeli ve denetimli şekilde serilecek. Emin olun, batacak sivrilikte olan taşlar özenle ayıklanacaktır, pedikürlü ve yumuşacık ayaklar örselenmesin diye her türlü önlem alınacaktır. Acaba biri onlara “Ayakkabısız çocukları anlamak istiyorsanız, o çocukların ortamında, çöplükte, tarlada, taşlık arazide yürümelisiniz. Öyle bir gün falan da gerekmez, bir beş dakikada anlarsınız zaten” demez mi? Demez. Toplu olarak kafayı yedik ve kimse kimseye çaktırmıyor. Kesin.