Nuran YILDIZ

“ANDIMIZ”

----- 07.10.2013 - 00:01 -----

İktidar partisi dedi ki “Artık daha demokrat olmamız gerek, çocuklarımız ‘Andımız’ı okumasın.”

Hemen ikiye ayrıldık: “Evet okunmasın”cılar ve “Hayır okunsun”cular olarak. Zaten ayrılmaya birleşmeden daha teşne bir memleketiz.

Üç kişi bir araya gelse beş ayrı klik çıkarabilmeyi başarırız.

“Toplanın, şu işi bitirelim” deseniz, işin bitmesi başka bahara kalır. Nasılsa ötekiler toplanır halleder, yokluğum fark bile edilmez diyen lakayt kişi, herkesin de kendisi gibi düşüneceğini akıl etmeyi beceremez.

“Dağılın arayalım” deseniz, dağılmaları saniyeyi bile bulmaz.

Biz böyleyiz, o nedenle de her politik kararı alırken bin kere düşünmek lazım. Teşnelik katsayımızı masaya yatırmadan riskli kararlar almamak gerekir, çünkü risk varsa, teşnelikten risk, risklikten çıkar, şüphe götürmez gerçek olur.

Bir politik kararın sonuçları, hangi toplumda alındığına göre bambaşka sonuçlar doğurabilir.

“Andımız”ın tarihe gömülmesi, “Andımız”ı okumayarak daha demokratik olmamız bizim “vur deyince öldürür” karakterimizi bir kez daha ortaya serdi.

Normal bir demokraside, “Andımız” Türk ve öteki ayrımının altını çiziyor diye tamamen ortadan kaldırılmazdı, sözlerinde değiştirmeler yapılırdı. Bizimki “ileri demokrasi” olunca, fazla ilerlemekten kendi gerimize düşüyoruz.

Çok merak ediyorum bizim demokratikleşme ya da başka paketlerimizi hazırlayanlar arasında sosyologlar, psikologlar var mı? Elbette yoktur!

Aşk Yüzyılı Bitti’yi eline alanınız varsa görmüştür, kitabımı “Biz duygusuna inananlara” ithaf ettim. Aptal mıyım neyim ki, “biz” tepe aşağı giderken onlara ithaf etmek neyin nesiyse…

Benim inancıma göre insanlığı kurtaracaksa “ben” değil, “biz” kurtarır.

Dikkatinizi çekmiyor mu, ekonomik krizlere giren ülkeler “ben”ciler. Yükselişteki ülkeler ise “biz”ciler!

Çin, Japonya, Hindistan vs. Onlar “Andımız”la başlarlar güne, ulusal törenleri topluca gerçekleştirirler. Öyle sadece okullarda falan da değil, çoğu Japon şirketinde güne kendi antlarıyla başlanır.

Bizim arada kalmış ülkemiz “ben”cilerin ardından gider, “biz”cilerin gerisine düşer.

“Biz” duygusunu yaratmadan ne insanlığı kurtarabilir, ne de ülkemizi düze çıkarabiliriz.

“Andımız”ın kaldırılması, “biz”den umut etmemizi sağlayan taşıyıcı direklerden biriydi, gitti…

SİZDE DURUM NEDİR?

Annem 68 yaşında. Babam 75. Devamlı kontrol edebilmemiz için ikisinde de cep telefonu var. Bir de ev telefonları var.

Annemi aradığımda babam, babamı aradığımda annem “Neden beni değil de onu arıyorsun?” diye sitem ediyorlar.

Ara yol, ev telefonundan arıyorum, onu da genellikle duymuyorlar. Sürekli ikisini birden arayamayacağımıza göre, ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Sizde durum nedir?

AKLIMDA KALAN

Okurlarımın takık hali: Dedik ya, kitap “3 Ekim’den itibaren” diye. Bu o tarihte dağıtıma başlanıyor demekti. Türkiye’de kitap, kitabevine dağıtıldıktan sonra hemen raflara konmuyor maalesef. Ya bir okur sorana kadar ya da yayınevinin satış denetimcileri gelene kadar depoda bekliyor. Ama benim okur ne yapıyor? 3 Ekim’de sabahın körü arıyor, “Atatürk havaalanında kitap yok.” Başkası aynı gün Antalya’da düşüyor yollara. “Bizde yok ama şurada 22 tane görünüyor” sözünü işitince o 22 tanelik yer gidiyor. Orada da diyorlar ki “Daha merkez depoda gelmedi.” Ertesi gün arayışa devam. Sonunda “zafer vazgeçmeyenlerindir” diyor ve kitabı alabiliyor. Başka bir okurum 4 Ekim’de, “Havaalanındaki D&R’de yok” diyor. Yayınevi “ancak gelir” diye yanıt veriyor. Bizimki D&R’ı tehdit ediyor, “Neden yok kardeşim şimdi ben internet kitapçılarından mı alacağım istemeye istemeye?” Başka bir okurum Dost Kitabevi’nde, “henüz depoda” lafını duyunca, “bekleyeceğim depodan getirin” diyor, koliyi kendisi açtırıyor! Daha çok hikaye var. Bazıları kitabevlerindeki tanıtım materyallerinin (afiş, kartonet vs.) ya da rafların önünde, kavşaklardaki büyük LED ekranlardaki reklamın altında fotoğraf çektirip mail atıyorlar. Kendileri yazmış gibi keyifli ve heyecanlılar! Evet, biz Aşk Yüzyılı Bitti’yi birlikte yazdık. BİZ: Siz ve ben:)