Nuran YILDIZ

KÜÇÜK BİR ÇOCUĞU SATIN ALANDAN FARKINIZ VAR MI?

----- 06.02.2012 - 00:15 -----

Geçen hafta bir akşam. Bir haber, televizyonların ana haberlerine “flaş” olarak girdi.

Ertesi gün aynı haber yine flaş haber olarak gazetelerin manşetindeydi:

“12 yaşında bir kız çocuğu babası tarafından satılmıştı.”

Habercilikte “flaş”, son dakika gelişmesidir genellikle. Biz de suyu çıkalı bir hayli oldu.

12 yaşındaki kız çocuğunun bir adama, adam denirse artık, satılalı 6 yıl olmuş!

6 yıl! O çocuk yaşadığı ne varsa yaşamış, kendi küçük dünyalarında bu hayvani durumun sonuçlarıyla yaşamayı başarmış.

Küçücük ellerini, insan kılığındaki bir utanmazın avuçlarına bırakan babasıyla aynı çatı altında yaşamış. Şimdi 18 yaşında ruhu çürük bir genç kadın.

6 yıl sonra kabus gelmiş yine kapısına dayanmış, bu kez medya kılığında. Şimdi yaşadığı evin duvarlarını gazeteciler tırmalamakta.

6 yıl önceki bir çocuk satışını ancak 6 yıl sonra fark eden medyanın ağzından salyalar akıyor, avuçları ovuşuyor.

Kimse ama kimse sormuyor;

Bugün ailenin kapısını çalan sosyal hizmetler kurumu dün mü kuruldu, neredeydiler 6 yıldır?

6 yıldır bu ülkede çocuktan sorumlu bakanlık yok muydu? Devlet yok muydu?

Uçanı kaçanı daha olmadan bilen cevval medya 6 yıldır yok muydu?

Şimdi 18 yaşında olan o genç kadının etini koparırken hiç mi utanmıyor onca geç kalmışlıktan kimse?

Minik bir çocukken babasının insan kılığındaki bir canavarın ellerine terkettiği ürkek, titrek elleri bugün yine/yeniden titremiyor mu?

Bugün o ellerin ürkekliğinin, korkusunun yeniden tadını çıkaran medyanın, çocuğu satın alan tiksindirici mahluktan ne farkı var?

YALAN SÖYLEMEYİ KİMDEN ÖĞRENİRİZ?

Yalnızca sevdiklerimizden öğreniriz. Algılarımızı, antenlerimizi bir tek sevdiklerimizden gelen mesajlara sonuna kadar açarız çünkü.

Dün akşam yeğenim Bora bende kaldı. Okulunun ara tatili boyunca “Halacığım sende kalmak istiyorum” dedi, istedi. Halası ancak tatilden bir gün önce fırsat bulabildi.

Buzlu sokaklarda yürüdük, ellerimi sımsıkı tutarak. Kitabevine girdik, kitaplar, DVD’ler aldık. Güzel bir yemek yedik. Eve döndük.

Yatma vakti, pijamalarıyla geçti karşıma, “Halacığım ben nerede yatacağım?”

“İstersen benimle” dememle çığlığı bastı: “Yaşasın, bu iyi fikir!”

Ama minik bir sorunumuz vardı, annesi yalnız yatmaya alışması gerektiğine inanıyordu ve bu konuda tavizsizdi.

“Anneme ne diyeceğim ?” dedi.

“Ben halamın yatağında, halam da başka odada yattı dersin. Hemen itiraz etti, “Olmaz” dedi, “ben anneme ve babama yalan söylemem.”

O an kendime çok kızdım. Minicik halinden beri, yalan söylerse avuçlarını kokladığımda anlarım dediğim küçük adama mahçup oldum. Ondan yalan söylemesini istemiştim!

Utandım, “Tatlım yalan söylemiş olmayacaksın ki” dedim, “sen uyuyunca ben zaten başka odaya gideceğim.”

Durumu çözdüm ama kendime kızmam halâ devam ediyor. Çünkü yalan söylemeyi sevdiklerimizden öğreniyoruz, ne kötü.

AKLIMDA KALAN

Rakı-balık esprisi: Çoktandır görüşemediğim bir dostumla telefonda konuşuyoruz. Bir türlü gerçekleştiremediğimiz yemeği planlamaya çalışıyoruz. “Rakı-balık yapalım” diyor o. İtiraz ediyorum: “Bu aralar çok sık rakı-balıktaydım, değiştirelim bu kez, şarap-balık olsun.” “Yok” diyor bizimki ve ekliyor “Bilmiyor musun, balık mideye inince arkasından rakı gelmezse, beni hangi hayvan yedi der.” Meğer çevremde pek çok kişi biliyormuş bu espriyi. Ben ilk kez duydum, hoşuma gitti ve sizlerle paylaşmak istedim.