Nuran YILDIZ

NEDEN İSTİFA ETMEDİM?

----- 14.03.2011 - 00:01 -----

Milletvekili adayı olmak isteyen devlet memurları için geçen perşembe süre doldu.

Sürenin dolmasıyla birlikte istifa edip etmediğimi soranlar, etmediğimi öğrenince şaşırdılar. Şaşkınlığın ardından nedenini sormaya başladılar.

Bu sorunun tek bir yanıtı yok ki…

Beni azıcık tanıyan biri eylem olarak “siyaset yapmak”la işim olmayacağını bilir. Ben de bilirim.

CHP, Parti Meclisi’ne girdiğimde benden çok arkadaşlarım şaşırmıştı. Arkadaşlarımdan çok ben.

Kemal Bey “ ‘Bizimle çalışır mısınız?’ dedi ben de kabul ettim” kısmını o zamanlar hem burada, hem de odatv’de yazmıştım.

Hatta ilk yanıtımın “Teşekkür ederim, kabul edemem” olduğunu da yakın çevrem bilir.

O yakın çevre, böyle bir süreçte çağrılıyorsam gitmemin görev olduğunu da söylediler. Görev deyince benim gibi devlet memurları için akan sular dururdu. Durdu.

PM üyesi olduğum dönem, kocaman bir deneyim olarak hayatımın bagajında yerini aldı. Pişman mıyım? Değilim.

Siyaset bana göre değil. Hayatım üzerindeki tek kontrol hakkımı kimseye bırakamam.

Kendi doğrularımın yerine “parti büyükleri”nin doğrularını kabul etmeyi beceremem.

Öğretim üyeliğinin üstünde bir makam olmadığına inanırım. Hayatımın hiçbir döneminde kimseye “Başkanım”, “Paşam”, “Sayın Bakanım” demedim, demem. Böyle birinin “parti büyükleri” gelince ayağa kalkması mümkün mü? Değil.

Siyaset, düşündüğünün onda birini bile söylememen gereken bir alan. Aklından geçenin yüzde yüzünü söylemesiyle bilinen ben yutkunmayı öğrenebilir miyim? Öğrenemem.

Üstelik partidaşlarınızın, sebepsiz yere sizi rakip bellemesi bile absürd. Hiç uğraşamam.

Durduk yerde düşman kazanıyor, temeli ve gerçekliği olmayan dostlarınız çoğalıyor. Bana uymaz.

Kıskanç insanların ve sizi bırakın yukarı itmeyi aşağı çekmek için paçalarınıza yapışanların sayısının çokluğu en acı deneyim. Yüreğimin duvarları bir milim kalınlaştı böylece. İki milim kalınlaşmasına ben izin vermem.

Zamansızlıktan kendi önceliklerinizi, yazdığınız kitabı, sevdiğiniz adamı, güvendiğiniz dostları ihmal ediyorsunuz. Öylesi bir iktidar hırsı bana uzak, olmaz.

Gizli ya da yasal kameraların korkusundan ne istediğiniz gibi giyinebiliyor, ne de istediğiniz insanla görünebiliyorsunuz. Ben bu hayatı “germek” ve “gerilmek” için yapmadım.

Bu ve daha bir çok nedenle görevimden istifa etmedim.

Ne bencilce bir düşünce diyebilirsiniz, değil. Siyaset yapmayacak olmam siyasal iletişim konusunda istenirse yardım etmeyeceğim anlamına gelmez.

BABAM DOKTORLARIN PROTESTOSUNDA…

Benim babam ruhen protesttir. Mustafa Kemal’in yolu dışındaki tüm yolları protesto eder.

İnsan hak ve özgürlüklerini zedeleyen her kararı protesto eder.

Emekliliğinde zamanının çoğunu Emin Çölaşan’a mektup yazarak geçirdi. Gazetecilerin etkisizliğini nihayet fark etti de yazmaktan vazgeçti.

Gençliğinde TÖB-DER’in mitinglerinin kendisi olmayınca bir eksik olacağını düşünür, sabahın alacakaranlığında meydanlara inerdi.

Babam hiç değişmedi. Dün sabah. Kahvaltıda. “Ben yürüyüşe gidiyorum” dedi. Doktorların “yürümesi gerek” dediği annem telaşlandı: “Bekle de üzerimi değiştireyim.”

Babam “Yok” dedi, “ben gezmek için yürüyüşe gitmiyorum, Sıhhiye’ye gidiyorum” demez mi? “Doktorlar Hükümeti protesto edecekmiş.”

İtiraz edecek olduk: “İyi de baba sen doktor değilsin, çocukların da değil, ne işin var bu soğukta?”

“Yaşın 73” kısmını eklemedik, bozuluyor çünkü “Ben yaşlı değilim” diyor.

“Gazetede okudum, doktorlar protesto gösterilerine halktan destek istiyormuş. Ben halk değil miyim?”

Babam kapıdan çıkarken, annem arkasından yine aynı cümleyle sesleniyordu: “Başına bir iş gelirse, polisler falan seni götürürse sakın çocuklarımı arayıp da bu işe karıştırma!”

AŞK BİTER…

Medya önü aşkları daha da çabuk biter. Nurgül Yeşilçay ve Sezen Aksu’nun oğlu arasındaki aşkın da başlamasıyla bitmesi bir olmuş.

Çünkü ilişkinin erkek tarafı medya önü aşktan sıkılmış. Sıkılmaya bahane arıyormuş sanki.

Durumun beni ilgilendiren tarafı başka. Medyanın soğurmacı tavrı.

İki ünlü arasındaki bir ilişki haber midir? Haberdir. Bir kez haber olur, iki kez olur, en fazla üç olur.

Ancak… O iki kişinin yediği yemekten aldığı soluğa, gittiği tuvaletten bindiği arabaya kadar her anını takip edip ifşa etmek habercilik değildir. Röntgenciliktir.

Medyanın ruh hali de olsa olsa anahtar deliğinden bakan abazanın durumudur.

AKLIMDA KALAN

Tedbir eksikliği durumu: CHP’nin yaşadığı “taciz” iddialarıyla ilgili olarak adı lazım olmayan bir köşe yazarı sormuş: “Böyle şeyler neden hep CHP’nin başına gelir?” Bu soru çok geçmiş bir zamanda televizyonda bir psikiyatrdan dinlediğim bir olayı anımsattı. Kadının biri psikiyatra başvurmuş, birkaç kez tecavüze uğradığını, psikolojisinin bozulduğunu anlatmış. Psikiyatr, kadınla konuştukça tecavüzlerin farklı zamanda farklı kişilerce olduğunu öğrenmiş. Zavallı kadın çaresizce “Neden hep benim başıma geliyor?” diye ağlamaya başlamış. Psikiyatr teşhisini söyleyivermiş: “Hanımefendi sizde tedbir eksikliği var!” Bir yanıyla evet, CHP’nin başına gelen olumsuzluklarda tedbir eksikliği olabilir ama diğer yanıyla, esas gerekçe CHP’yi itibarsızlaştırarak muhalefette etkisizleştirmek için özel çabalar olsa gerek.