Nuran YILDIZ

TÜRKİYE GİBİ…

----- 18.02.2011 - 05:00 -----

Öyleyim.

“Nasılsın?” diye soran çok oluyor bu aralar.

“Türkiye gibiyim” diyorum. “Yani kötü” diye cümleyi tamamlıyorlar.

Ben “Yani kötü” diye tamamlamayacağım oysa. Demek ki onlar için durumun özeti bu.

“Karışık” demek istiyorum.

“Belirsiz” demek istiyorum.

“Güvensiz…”

“Üretimsiz…”

“Yorgun…”

“Sıkıntılı…”

“Gergin…”

Onlar hepsini toplayıp “yani kötü” diyerek özetleyiveriyorlar. “Özetci” bir toplum olup çıktık.

Oysa…

Uzak bir adada… Ayaklarım denizin kenarında, saydam suya ve sarı kuma gömülü öylece boş boş bakmak istiyorum…

Uzak bir ada gibi olmak istiyorum.

Başımı çevirince arkamda bir kulübe gördüğüm. İçinde insanlar olan, sevdiklerimin kahkahasının dışarıya taşıp, denize bulaştığı…

Uzak bir ada olmak istiyorum.

Uzak olması, ada olmasından daha cazip olan.

Bir kaçıp gitme fikrinin pençesine düşmüşüm belli ki. Kaçıp gitmeyi hiç bilmeden. Beceremeden belki.

Uzak bir ada(da) olmak varken…

BU NE SAÇMALIK!

Çarşamba akşamı oturmuşum Barselona-Arsenal maçını izliyorum. Maçı önemsediğim için değil, Barselona teknik direktörünü izlemeyi sevdiğim için.

Maçı Türk futbolunun sfenks kadar eski ismi İlker Yasin anlatıyor.

Barselona takımı malum. Otoritelerce son yılların en iyi takımı olarak değerlendiriliyor.

O kadar ki Barselona’nın oynadığı futbol ayrı, diğer takımlar ayrı tutuluyor. Karşılarında komplekse kapılmayan takım neredeyse yok gibi.

İlker Yasin ilk yarıda sürekli “Dünyanın en iyi takımı Barselona”dan bahsediyor. Arsenal teknik direktörünün çekincesinden söz ediyor.

Barselona’ya şahsi övgülerini dizdikçe diziyor.

İkinci yarı. Arsenal iki golle öne geçince İlker Yasin anında çark ediyor: “Dünyanın en iyi takımı Barselona” oluyor “Dünyanın en iyi takımı denen Barselona.”

Kendi kurduğu övgü cümleleri başkaları üzerinden söyleniveriyor. Sesinde bir hayal kırıklığı falan yok. Derhal Arsenal’e övgüye geçiveriyor.

İlker Yasin’in bir maç anlatımında özetlediği durum kocaman bir hayat gerçeği: Ne kadar büyük ve güçlü olursan ol, bir kez yenilmeye gör düşüverirsin gözden!

AKLIMDA KALAN

“Mutluluk yoktur” saptaması: Bir dostumla şaraplaşıyoruz (tıksırıncaya kadar değil, kararında). O “Mutsuzluğa Mahkumuz” kitabının yazarı. İki pek bilmiş (!) bir araya gelince hayatın suyunu çıkarıyoruz. Derinlerine dalıyoruz konuların, oksijen tüpümüz yok. Köpek balığı çıkma olasılığı garanti. Konuşmaların bir yerinde kişisel gelişim konularına giriyoruz. Benim için iki tür kişisel gelişim var. Biri insanın kendini eğitip geliştirmesi, disipline etmesi yani ayakları yere basan kişisel gelişim. İkincisi, bilmem kaç derste mutlu olmanın, sevgili bulmanın, zengin olmanın yollarını öğretmeyi vadeden. Bu ikinci türü ben de arkadaşım da reddediyoruz, safsata ve saçma buluyoruz. Konu bu hemfikirlikte kalsa iyi, kalmıyor. Diyor ki arkadaşım “Mutluluk diye bir şey yoktur.” İrkiliyorum. Nasıl yani, boşuna mı tükettik biz bu ömrü mutluluk peşinde? “Eğer mutluluk diye bir şey olmadığını anlasa insanlar, bir beklenti içinde olmayacaklar, bir arayışa girerek boşuna uğraşmayacaklar. Bulundukları anın ve koşulların değerini bilecekler. Hayatla barışacaklar!” Nasıl yani oluyorum, mutluluk eşeğin burnundaki havuç gibi bir şey mi? Hadi canım!