Nuran YILDIZ

İNTİKAMIN SİYASETİ ACI OLUR

----- 17.01.2011 - 00:01 -----

Başbakanın son günlerdeki üslubu üzerine yürütülen fikirleri okuyorum da… O fikirlerin sahipleriyle ben sanki aynı ülkede, aynı zamanda, aynı başbakandan söz etmiyoruz.

Seçim çalışması için mesajlar verdiğini söyleyen var. Büyük strateji!

Rahatlamış, canı istediği gibi konuşuyor diyen var. Sıfır strateji!

Oysa Başbakanın söylemiyle yaptıkları bir bütün. Bir psikolojik durum. İntikam siyasetidir adı da.

Heykele “ucube” demesini bile getirip intikama dayandırdı. Alt kültürün üst kültürden intikam alması gibi görüyor kendi tavrını.

Hizbullahçılar salıverilince “Madem o kadar önemliydi, dosyaları öne alsalardı. Benim dosyamı bir günde Diyarbakır’dan getirtip karar alıyorlardı” diyor.

Yargıyı teslim alma çalışmaları için “arka bahçe olmaktan çıkarıp ön bahçe olmasını” istediğini gerekçe gösteriyor. Yargıda nesnel değil, öznel ilkelerin geçerli olduğunu söylüyor!

TSK’nın başına gelenler de bir büyük intikam hissinin sonucuydu.

Ergenekon’dan tutuklu yatanlar da öyle.

İçki içenler için kullandığı “aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar” sözündeki aşağılama bir intikam söylemini çağrıştırmıyor mu size?

Başbakan ya herkesin dediği gibi, kimseyi ve hiçbir şeyi, kanunu, kuralı takmayacak kadar kendisini güçlü hissediyor…

Ya da… Derin bir endişe besliyor sanki. Ne olur ne olmaz diye eski defterlerdeki hesapları bir bir görüyor. Belki tahttan ineceğini düşünüyor.

Belki Başkan olunca intikam almayı kendine yakıştırmıyor da olabilir, kendi dünyasına göre tasarlanmış bir ülkeyi inşa etmeyi o günden önce tamamlamak istiyor da.

Kendi deyimiyle “entelektüel despot”tan “entelektüel olmayan despot”un intikamı böyle oluyor işte.

HATLAR MI KARIŞIYOR?

Başbakan her an, her şey hakkında konuşmaya can atınca arada bir yerde hatlar da karışıyor olmalı.

Diyor ki “Heykele ucube dediğimiz için bana kızanlar o heykeli hiç görmediler.”

Ya gerçekten zihnindeki hatlar karışıyor, ya bildiğini bilmemezlikten geliyor, ya da bizimle dalga geçiyor. Yine de anımsatmak da yarar var: Biz Başbakanı o heykele “ucube” dediği için değil, bir sanat eserine karşı tutumu nedeniyle eleştiriyoruz.

HAFTA SONUNDAN KALANLAR

-Mavi Ay sürprizi:
Cumartesi öğle saatlerinde eski bir dostla karşılaşmış gibi oldum. TNT’de, Mavi Ay’a rastladım!

Sarı dalgalı saçlarıyla Bayan Hayes, muzip gülümsemesiyle David ve şapşal suratlı Agnes Topesto karşıma çıkıverdiler.

Eski bir dostla karşılaşınca ona uzun uzun bakmak gibi durup öylece Mavi Ay’ı izledim. Mavi Ay’lı günlerimdeki anıları tazeledim.

-Milliyet’in iki güzel manşeti:
Hizbullahçıların salıverildiği gün Milliyet şu başlığı atmış: Saldınız Bari Kaçırmayın.

Hizbullahçıların imza vermeye gitmedikleri ortaya çıkınca attıkları manşet ise şöyle: Kaçırdınız Bari Yakalayın.

Bayıldım.

- Boşa harcanan reklam paraları:
Büyük gazetelerin ön sayfası. En değerli yer. En önemli mesajı vermeniz gereken yer. Eğer reklam için ön sayfada sütunXcm yer satın alıyorsanız en etkili şekilde kullanmanız gerekir.

Hürriyet’in ön sayfasında, etekte, hayli kocaman bir reklam alanı. Ne yazıyor biliyor musunuz?: “Konutun markası orta sayfada.”

Okur zaten orta sayfaya varınca görmeyecek mi? Amaç orta sayfaya okuru götürmekse ne diye çengel atıcı bir mesaj yok? Orta sayfaya varınca gördük, reklam Avrupa Konutları’nınmış.

Heba edilmiş, sokağa dökülmüş bir yığın para. Yazık olmuş. Biz bu tür reklamlara “reklamcıyı zengin etmiş” deriz.

-Ertuğrul Özkök yazmadan benim okurum okumuştu:
Cumartesi, Ertuğrul Özkök köşesinde şöyle yazmış: “Eğer medyanın bir bölümünün halâ vazgeçmediği bu ‘linç psikolojisi’ sürerse, hukukun esas ve şekille ilgili kurallarına uyulmazsa: bir gün bu ülkede en az bir Emile Zola çıkar; 20-30 ‘İtham ediyorum’ kadar etkili manifesto yazılır.”

Emile Zola ile kendimi kıyaslamayacak kadar haddimi bilirim. Yalnız Ertuğrul Bey biraz geç kalmış çünkü bu web sitesinin okurları Özkök’ün beklediği o yazıyı 9 Temmuz 2010’da zaten okumuştu.

Ben “Suçluyorum” demişim, fark yalnızca sözcükte. Benden sonra da kimse çıkmadı ortaya. Özkök’ün beklediği 20-30 yazının ilkinde kaldık yani, ikincisini halâ bekliyoruz.

AKLIMDA KALAN

Nazım Hikmet’in soluğumu kesen dizeleri: Bedri Rahmi’nin arşivinde Nazım Hikmet’in 50 yıldır saklanan iki şiiri gün yüzüne çıktı. İki şiir de Nazım gibi dersem anlarsınız demek istediğimi. Şiirlerden biri kaldı dilimin ucunda, yüreğimin ortasında, aklımın içinde:
Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede
bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatimiz yalnayak
yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatımızın
bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil
Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
ben de telefon direğine bağlıyım kollarımdan
yüreğim de yorgun mu yorgun duracak nerdeyse
bir de alnıma bir su damlıyor aynı yere artsız arasız
Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum
ben de seni düşündükçe o da ağırlaştırıyor
yürüyüşünü bu böyle giderse yıkılabilirim direğin
dibine o yanıma varmadan.