Nuran YILDIZ

GAZA GELMEK…

----- 29.01.2010 - 00:01 -----

İşte sihirli kavram bu. Gaza gelmek… Pek çok mantıksızlığımızın temelinde yatan şey. Türkiye’de pek çok ilişkiyi açıklayan, anlam veremediğimiz birçok sonucu doğuran mantık bu iki sözcükte yatıyor.

Başbakan gazetecilere “Bize gaz vermeyin” uyarısında bulununca takıldım. Başbakanla arkadaş olsak, yani senli benli, yani teklifsiz, pat yapıştıracağım yanıtı: Sen de gaza gelme kardeşim!

Aslında durum “cazcı kardeşler gazcı kardeşlere karşı” durumu deyip geçmek lazım ama öyle değil.

Bir psikolojik analiz gerekli.

Çünkü başımıza ne geliyorsa bu psikolojiden geliyor. Ülkemde ilişkiler bu psikolojiyle örülüyor.

Yalnızca gazeteciler Başbakanı mı, danışmanlar da liderleri gaza getiriyor. Anneler çocuklarını, babalar oğullarını gaza getirmiyor mu? “Koçum benim” nereden çıkıyor peki?

Her taraftan birileri “sen yaparsın, sen aslansın” demiyor mu? “Alemin kralı sensin” ne demek?

Kirli işleri başkasına “Bunu bir tek sen yaparsın” diyerek yaptırma yöntemi nereden çıktı?

Türkiye ile iş yapan yabancılar da, siyasetçiler de çözmüşler psikolojiyi. Bakın ekonomi sayfalarına, yabancı işadamlarının “Türkiye’yi kimse tutamaz” türü cümleleri kullanmayanı var mı?

AB peki? Her türlü had bilmez, terbiyesiz ifadenin arkasından “Türkiye bizim için önemli” demezler mi? Alırız gazı, koşarız Meclis’e, AB uyum yasaları koltuğumuzun altında.

Hayatı boyunca adam yerine konmayan insanların kendilerini adamdan saydıran şey olmasın gaza gelmeye yatkınlık?

Osmanlı’dan mı miras aldık bu psikolojiyi? Yoksa bir Mustafa Kemal etkisi mi? 10. yıl Nutku’nda “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.” Demesi bir tür gaza getirme değil de nedir?

İyi de kimler gaza teşnedir?

Kendisine güveni gelişmemiş olanlar mı? Kimliği henüz oturmamış olanlar mı? Takdir ve taltif olmadan varlığını sürdüremeyenler mi?

Ne zaman biri bana olduğumdan daha fazla bir şey eklemeye kalksa işgillenirim o yüzden.

Siz siz olun gaza gelmeyin. Kendi kendinizi hiç gaza getirmeyin, sakın ha! O daha tehlikeli…

MUTLULUK NEREDEDİR?

Kalpte. Yürekte. Beyinde. Gözlerde. Arka arkaya bu yanıtları verdiğinizi duyar gibi oluyorum. Gaza gelen bir millet olduğumuz gibi sazana da yatkın bir tarafımız vardır.

Başlıktaki soru mutluluğun nerenizde olduğuyla ilgili değil. Mutluluğun nerede arandığıyla ilgili.

Gazetede bir fotoğraf. Saat sabahın 5’i. Güzeller güzeli bir genç kız evinin 4. kat penceresinin dışına çıkmış. Atlayacak.

Atlayacak ama çömelmiş. Birkaç kez içeri girip çıkmış. Belli ki kafası karışmış. Zihnindeki bağlar kopmuş. Büyük olasılık kısa devre yapmış beyni.

Atlamış. Vücudunda kırılmadık kemik kalmamış. Ölmek istemiş, ölememiş…

Güzel mi güzel. Upuzun sarı saçlı. Bu mevsime ters düşecek kadar bronz bir ten. Biçimli bir beden. Uzun bacaklar. Belli ki bakmış kendine. Özenmiş. Mutluluğu aramış belli ki.

Söylemek istediğim de bu. Çevremizde her şey ve herkes güzel olmayı mutlu olmanın önkoşulu gibi sunuyor. “Mutlu olmak istiyorsan daha zayıf, daha sarışın, daha biçimli burunlu olmalısın” diyor televizyonlar.. Gazeteler.. Filmler… SPA ve plates merkezleri… Fitness center’lar…

Hürriyet gibi bir gazetenin Kelebek ekinde, Türkiye’nin en çok okunan kadın ekinde bir doktor her gün plastik cerrahinin reklamını yapıyor. Oranı buranı kestir ve mutlu ol diyor her gün.

Kafalar karışıyor. Mutsuzluklarının gerekçesini kendi bedeninde buluyor. Kafayı bedenine takıyor. O kendini güzelleştirmeye çalıştıkça mutluluk parmaklarının arasından kaçıyor.

Mutluluk? Neremizde? İçimizde mi, dışımızda mı?

AKLIMDA KALAN

Akıllı olmak iletişimi doğru yönetmeye yetmez bilgisi: Beşiktaş’ta kongre var. Yıldırım Demirören ve Murat Aksu yarışıyor. Murat Bey babasına, Abdülkadir Aksu’ya çekmişse, iletişimde ciddi sorun yaşamaz. Çünkü babası bu işin kurdu. Babasına çekmemişse ya da babanın taktikleri Beşiktaş’ta işe yaramazsa bilemem. Demirören’in durumu farklı. Beni üzüyor. Beşiktaş başkanlığı sırasında gördük ki akıllı bir adam olması iletişimini doğru yönetmeye yetmiyor. Duygularını yönetmekte zorluk çekiyor. Baskı altındayken soğukkanlı olması gerekiyor ama o agresifleşiyor. Kolay tepki veriyor. Demirören iletişim meselesini ciddiye almayarak kendi kalitesine haksızlık ediyor. Seçilirse ilk ele alması gereken konu bu.